bursa escort - escort bursa - bayan escort - escort bayan - görükle escort
bursa escort - escort bursa - bayan escort - escort bayan görükle escort
bursa escort - bursa escort - bursa escort - escort bursa - bursa escort -
izmit escort şişli escort istanbul escort anadolu yakası escort bayan
Bugun...



VOTKACI HOCA-ÖYKÜ YAZAN:ERHAN PALABIYIK

Mevsim Sonbahardı,Yerköyün Karanlıkdere Vadisinin güzelliği iyice bozulmuştu. Sanki duvağı açılmış da çirkin yüzü ortaya çıkmış bir gelini andırıyordu. Oysa ilkbaharda, yaz günlerinde ne kadar canlı ve güzeldi bu vadi. Kuşlar, arılar, kelebekler, böcekler uçuşur, baştan başa dolaşırlardı vadiyi. Şimdi kuşlar göç etmiş, kalanlar da yuva yapıyorlardı.

facebook-paylas
Tarih: 13-10-2022 23:58

VOTKACI HOCA-ÖYKÜ YAZAN:ERHAN PALABIYIK

 

VOTKACI HOCA-ÖYKÜ

YAZAN:ERHAN PALABIYIK

 

Mevsim Sonbahardı,Yerköyün Karanlıkdere Vadisinin güzelliği iyice bozulmuştu. Sanki duvağı açılmış da çirkin yüzü ortaya çıkmış bir gelini andırıyordu. Oysa ilkbaharda, yaz günlerinde ne kadar canlı ve güzeldi bu vadi. Kuşlar, arılar, kelebekler, böcekler uçuşur, baştan başa dolaşırlardı vadiyi. Şimdi kuşlar göç etmiş, kalanlar da yuva yapıyorlardı.

 

 Bağlar bozulmuş, bin bir koku veren meyve ağaçlarının yaprakları sararıp dökülmüştü. Kavak ve söğüt ağaçları, ayva ağaçları bir bir yapraklarımı döküyordu gözyaşı gibi. Yeşil ekin tarlaları sararıp solmuş, biçilen sapları kalmıştı sadece. Köylüler, kaldırdıkları ekinleri harmanlarda, dövenlerle öğütüp ambarlara doldurmuş, yenice bir soluk almışlardı.

 

 Karıncalar ise ekin tarlalarının son danelerini çekiyorlardı artık. Aniden esen bir rüzgar, toprak evlerini yıkıp kapatıyor, sonra çabuk çabuk tekrar açıyordu karıncalar. Kuruyan çiçeklerin tohumları etrafa saçılıyordu rüzgarla. Yemyeşil olan herşey şimdi sarıya kesmiş, toprağın rengi bile değişmişti. Güllü köye son güz gelmişti.

 

 

Öğle vakti, omuzunda heybesiyle genç bir adam geliyordu köye doğru. Köyün çocukları, onu dilenci sandılar. Her perşembe günü, köye dilenciler gelir ve "perşembelik" toplarlardı. Köylüler de onlara un, yağ, bulgur gibi şeyler verirlerdi. Çocuklar, adamın peşine takılıp alay etmeye başladılar. Adam, öyle bir bağırdı ki çocuklara, harman yerine yıldırım düşmüş gibi oldu. Çocuklar, korkudan mıh gibi çakılıp kaldılar. Hiç beklemiyorlardı böyle bir tepkiyi. Bir daha alay etmeye cesaret edemediler. Adam, iki büklüm yürüyordu.

 

Kamburu bir höyük gibi ortaya çıkmış, neredeyse ceketini yırtacaktı. Çocuklar, tekrar peşine takıldılar. Sivri burunlu, mavi gözlü, pembe yanaklı bu yabancının, güneşte yüzü parlıyordu. Başındaki terliği ara sıra çıkarıyor, terini kuruttuktan sonra tekrar giyiyordu. Saçlarımı yana taramış, adeta yapıştırmıştı. Ayaklarında da iskarpin vardı

 

. Yana kayan heybesini tekrar omuzuna çekerek rahat yürümeye çalışıyordu. Bu, rengarenk el dokuması heybeler, çoğu gezginlerde bulunurdu. Adamın heybesi o kadar güzeldi ki ona bakan kamburunu görmezdi bile. Çocuklardan kurtuluşu olmadığını anlayınca heybesinin cebinden, şeker ve keçiboynuzu çıkarıp birer birer çocuklara dağıttı.

 

 Elleri bembeyaz ve bakımlıydı. Hep birlikte, köyün girişindeki camiye kadar geldiler. Caminin önündeki beyaz taşa oturup biraz soluklandı adam. Sonra başka çocuklar da geldiler yanına. Heybesinden çıkardığı akide şekerlerini, halkalı şekerleri onlara da dağıtırken muhtarın evini sordu çocuklara. Çocukların, alay edemedikleri için hevesleri kursaklarında kalmıştı ama renk renk şekerleri, keçiboynuzlarını alınca çok sevinmişlerdi.

 

 Çoktan beri çerçici de gelmemişti köylerine. Çocuklardan biri, bir yandan şekerini yerken: "Mıhtar emminin evi aha şurda. İstersen düş önümüze, seni götürelim." dedi. Adam, hemen kalkmadı. Uzun yoldan geldiği belliydi. Belki karnı da açtı. Cebinden mendilini çıkarıp yüzünü sildi. Mendilinin hafifçe kirlenen yüzünü içine katlayıp tekrar cebine koydu.

 

 Çocuklardan su istedi. Çocuklar, yarış edercesine evlerine dağılıp su getirmeye gittiler. Suyu getirip bir şeker daha almak istiyor gibiydiler. Suyu ilk getiren çocuğun testisini, kafasına dikip kana kana su içti adam. Sonra testinin tıpasını kapatıp yanına koydu ve elinin tersiyle ağzını sildi.

 

 

Çocukların, bir adamın etrafında toplandıklarını gören birkaç köylü, merak edip adamın yanına geldiler. Hepsi ayrı ayrı: "Selamünaleyküm hemşerim.

 

 Hoş gelmişsin, sefalar getirmişsin köyümüze." diyerek selamladılar yabancıyı. Adam, sağ elini sol göğsüne koyarak: "Aleyküm selam, ağalar. Hoşgördük." diyerek selamlarını aldı. Köylüler: "Nerden gelip nereye gidersin?" diye sordular. Adam: "Afyon’dan geliyorum. Köyün muhtarıyla görüşeceğim." dedi. Köylülerden birisi: "Öğle vaktidir. Buyur hele eve gidelim. Allah, ne verdiyse yeriz. Sonra seni muhtarın evine götürürüz." dedi. Adam: "Allah razı olsun. Hele biraz soluklanayım da muhtarın yanına varacağım." diyerek nazikçe reddetti.

 

 

Bir diğeri: "Burası güneşim altı hemşerim. O zamana kadar caminim avlusuna girelim de bari yanma." dedi. Adam, yavaşça oturduğu yerden kalktı. Tam caminin avlusuna girerken besmele çekti. Köylüler biraz şaşırdılar.

 

Her gün, yüz kere caminin avlusuna girip çıkarlardı ama besmele çekmek akıllarına gelmezdi. Adamın arkasından onlar da besmele çekerek avluya girdiler. Çocuklar da avluya doluşmuşlardı. Gelen adamın kim olduğunu çok merak ediyorlardı. Adam, heybesini büyük bir dikkatle omuzundan indirip kurumuş otların üstüne oturdu.

 

 Köylüler de adamın karşısına geçip oturdular. Ne anlatacağını merakla bekliyorlardı ki adam, az ilerideki mezarları görüp tekrar ayağa kalktı. Köylüler de kalkıp onunla beraber mezarların yanına geldiler. Adam, bir Fatiha Sure–i Şerif okuyup ellerini hafifçe yüzüne sürdü.

 

Köylüler de duaya ortak olmuşlardı. Adam, duasını bitirdikten sonra tekrar gelip aynı yere, bağdaş kurup oturdu. O sırada birkaç köylü daha geldi yanlarına. Duyan, geliyordu. Aralarında koyu bir sohbet başlamıştı.

 

Çeşmenin başında işlerini yapan kadınlar da camiye gidenleri görmüşler, gelen yabancının kim olduğunu merak ediyorlardı. Kimi çamaşırlarını bulaşıklarını yıkayıp, kimi de helkelerine su doldururken gelen adamın kim olduğu hakkında fikir yürütüyorlardı. Onun, önemli birisi olduğunu sandılar.

Güllüköy, otuz hanelik küçük bir köydü. Bu güzel köyde, gül çok olduğu için adına Güllüköy demişlerdi. Evlerin etrafında, bahçelerde, tarlaların kenarlarında binlerce gül ağacı vardı. Geriden bakan, bu gül manzarasına hayran kalırdı.

 

Güllü köylüler ekinleri, bostanları, harmanları kaldırıp da boş kaldıklarında kış gelip çatmış olurdu. O zaman köyün erkekleri, birlikte tavşan ve keklik avına çıkarlardı. Karanlıkdere Vadisi’nde neler olmazdı ki? Kurt, tilki, domuz, çakal, sansar, yaban güvercinleri, su kuşları, daha  neler neler… Köylüler, avlanmaya gittiklerinde mutlaka birşeyler avlarlar, elleri boş dönmezlerdi.

 

Kurdun, tilkinin postu iyi para eder ve ilçeye götürüp satarlardı. Kimi zaman da oltalarını alıp Delice Irmağı'nda balık avlamaya giderlerdi. Buradaki sazanların tadı bambaşkaydı. Sanki tüm köylüler birbirine küsmüş gibi bir sessizlik yaratıp öyle avlanırlardı.

 

 Çocuklar da onların yanında, minik minik hamurlar yuvarlayıp solucan, böcek bulup takarlardı oltanın çengeline. Delice Irmağı da ayrı bir gelir ve geçim kaynaklarıydı. Köyün kadınları da biç boş durmazlardı. Yazın tarlada bahçede çalışır, kışın da yünden ellikler, başlıklar, çoraplar, kazaklar örerek erkekleri ve çocukları giydirirlerdi

 

. Köye, yaz-kış Çerçiler gelir, birşeyler satarlardı. Köylülerin, Yerköy pazarından da alışveriş yaptıkları olurdu ama daha çok Yozgat'a giderlerdi.

Caminin avlusundaki ağaçların yaprakları, tek tük adamın önüne dökülüyordu. Adamın anlattıklarına bakılırsa kimi kimsesi yoktu. Memleket memleket dolaşıp imamlık yapıyordu. Günler öncesinden yola çıkmış ve trenle Yerköy'e gelmişti. Yerköy'de, kahvehaneleri dolaşıp imamı olmayan köyleri sormuş, en sonunda buraya kadar gelmişti. Günlerdir yorgun ve uykusuz olmasına rağmen oldukça iyi görünüyordu.

 

Üstü başı düzgün, yüzü de gülüyordu. Adamın her yeri doğru, sadece beli eğriydi. Köyün muhtarına hocanın geldiği duyurulmuş, o da caminin avlusuna gelmişti. Muhtar Tahir, hocayla biraz hoşbeş ettikten sonra: “Köyümüzde hocamız yok ama köylüye de bir sormak lazım.” dedi. Öğle vakti olduğu için hocayı yemeğe davet etti. Hoca, yanındaki köylülerle vedalaştıktan sonra muhtarın evine gittiler. Çocuklar ise muhtarın evine kadar gidip sonra dağıldılar.

 

 

Muhtarın evi, köyün harman yerinin yanındaydı. Harman yeri de köyün tam ortasında, düz bir yerdeydi. Köylüler, tarladan kağnı ve eşek arabalarıyla getirdikleri ekinleri ve nohut, mercimek, arpa, mısır gibi ürünleri buraya yığar, dövenini burada kurar, öküzlerini burada dövene koşarlardı. Koca öküzler, çakmak taşları takılı olan dövenleri, ağızlarındaki gevişlerle döndürür dururlardı. Çocuklar, dövenin üstüne çıkmaktan büyük keyif alırlardı.

 

 Ellerinde nohutlar, başlarında yağlıkları, sabahtan akşama kadar dövenin üstünden inmezlerdi. Susadıkça testiden buz gibi sular içer, sonra ekinlerin içine sokarlardı, testiyi. Kimi köylüler, dövenle sapları öğütürken kimileri de akşama doğru harmandan çıkan cecleri savururdu, yabalarla. Öğütülen ceclerden çıkan buğdaylar, arpalar, nohutlar, mercimekler ve mısırlar, kıldan yapılmış büyük harallara doldurulur ve eve götürülürdü.

 

 Tahta ambarlara doldurulduktan sonra da ambarların ağzı, delikleri çamur veya gübre ile sıvanır, böylece hava alması önlenirdi. Ambar hava alırsa içinde saklanan ürünler bozulur, bitlenmeye başlardı… Muhtarın evinden demiryolu ve köyün tüm arazisi görünüyordu.

 

 Demiryolunun hemen alt tarafından Delice Irmağı akıyordu. Sessiz ve derinden akan ırmağın, yaz aylarında suyu azalır, kış aylarında ise adı gibi delirirdi. Arazilere bakıldığında sarı renklerin hakim olduğu bir tablo görünüyordu.

 

 Eski su değirmeni, köyün hemen girişindeydi. Yıkıntıları halâ ayaktaydı değirmenin. Güllüköylüler, çok çalışkan ve birbirlerine son derece bağlıydılar. Pek öyle kavga gürültü olmazdı köyde. Jandarma, yılda bir kere ya gelir, ya gelmezdi.

 

Çevre köyler, bu köye imrenirlerdi. Huzurluydu köylüler. Hemen hemen hepsi akrabaydı zaten. Kızları, yabancıya vermezlerdi pek. Herkes işinde gücündeydi. Tarlalarını, derin arklar açarak Delice Irmağı'ndan getirdikleri suyla, imece usulü sularlardı. Güllüköy'de yetişen sebze ve meyveler, çevre köylerde meşhurdu.

 

Yerköy pazarına götürdükleri ürünlerini, anında satarlardı. Geçimleri tarımdandı ama gülcülükten de kazanç sağlıyorlardı. Ürettikleri reçeller, gülsuları iyi para ederdi. Kısacası iyi para kazanır, gül gibi geçinip giderlerdi. Çoluk çocuk mutluydular,Şükür eder dururlardı Allah'a.

 

 

Muhtarın karısı, önce soğuk bir çalkama ikram etti, hocaya. Daha sonra da Allah ne verdiyse koydu sofraya. Birlikte oturup yediler. Muhtar Tahir, hocanın adının Himmet olduğunu geç de olsa sorarak öğrendi. Himmet Hoca, çalıştığı illeri ve camileri bir bir saydı muhtara.

 

Yıllardır evsiz barksız, yurtsuz yuvasız dolaşıp durmuş. Herşeyi, küçükken gittiği Kur’an kursunda öğrenmiş. Sonra daha çok kitap okuyarak kendisini ulema denecek bir düzeye getirmiş. Sürekli yeni kitaplar okuyup araştırıyormuş. Hoca bütün bunları anlattıktan sonra muhtar, köylerinin küçük bir köy olduğunu cemaate göre hak (ücret) verilebileceğini, bu konuyu köylülerle konuşması gerektiğini ifade etti.

 

 Yemeklerini yedikten sonra birer abdest alıp namaza durdular. Hoca, namazını kıldıktan sonra dışarı çıkıp köye bir göz gezdirdi. Karşı tepelerde aralıklı meşe ağaçları görünüyordu. Delice Irmağı'nın kenarındaki kavaklar, söğütler yapraklarını dökmüştü.

 

Demiryolunun kenarlarına dikilmiş akasya ağaçları ise biraz daha yeşil görünüyordu. Muhtar Tahir de namazını bitirdikten sonra hocanın yanına geldi. Muhtar, hocaya köyünü tanıtırken koyu bir sohbete daldılar. Köyün tam karşısındaki tepenin yamacında başka bir köy vardı. Güllüköylüler, o köye, kan davası olduğu için pek gidip gelmezlerdi.

 

Muhtar Tahir, yıllardır köyün muhtarlığını yapardı. Şimdiye kadar karşısına kimse çıkmamıştı. Tüm köylüler akraba, hısımdı zaten. Köyde, çok az sayıda okur yazar vardı. Daha çok gençler okuyordu. Yaşlılar da çat-pat Arapça bilirlerdi. Atalarından öğrenmişlerdi Arapça’yı. Güllüköy'ün köy odası, caminin hemen karşısındaydı.

 

Köylüler, yaz kış burada toplanır, sohbet eder, oyun oynarlardı. Gençler, sırayla görev alır, odaya gelenlere hizmet ederlerdi. Güllüköylüler, geleneklerine bağlı insanlardı. Köy, iki yüzyıl önce kurulmuştu. Camide öyleydi ama uzun süredir caminin hocası yoktu. Camiye ilk gelen kişi ezanı okur, sonra hep birlikte namazlarını kılarlardı.

 

Kimi zaman da çocuklar okurdu ezanı. Yaz aylarında herkes tarlada tapanda olduğu için camiye pek gelen olmazdı. Herkes, bulunduğu yerde namazını kılardı… Yaz aylarında köy gülsü gülsü kokardı. Herkes bu köye imrenir ama yabancıları da aralarına almazlardı. Kurdukları düzenin, sağladıkları huzurun bozulmasından korkarlardı.

 

Kız çocuklarına, genelde gülü çağrıştıran isimler koyarlardı. Gülbeyaz, Güllü, Gülendam, Gülfidan, Gülistan, Gülcan gibi. Gül ile başlayan o kadar çok isim vardı ki saymak mümkün değildi. Askere veya gurbete gidenler için de mutlaka bir gül fidanı dikerler ve gözleri gibi bakarlardı. Gidenler dönünceye kadar gül verirdi, dikilen güller.

 

 

Muhtarla Himmet Hoca, köyü biraz dolaştıktan sonra, eve dönüp derin sohbetlerine devam ettiler. Muhtarın kızı Gülten, hemen dışarı çıkıp yer ocağını yaktı. Sonra çinko çaydanlığa su doldurup sacayağının üstüne koydu ve mutfağa döndü. Anası akşam yemeğini hazırlarken Gülten de Hocanın konuşmalarını dinledi sessizce.

 

Bir ara dışarı çıkıp ocağa koyduğu çaydanlığa baktı. Su kaynamıştı. Geri dönüp bir avuç çay aldı, götürdü. Çayı demleyip çaydanlığı da hemen alıp mutfağa getirdi. Bir tepsiye bardakları hazırladı. Çay iyice demlendikten sonra da bardaklara doldurup içeri götürdü.

 

Bir yandan çay ikram ederken bir yandan da hocayı süzdü. Himmet Hoca, ciddi bir şekilde bağdaş kurup oturmuş, konuşuyordu. Bardağını alırken bile bağdaşının bozulmamasına özen göstermişti... Köylüler, kendi aralarında kambur adamı konuşup duruyorlardı. Hoca olduğunu duymuşlardı ama hakkında pek birşey öğrenememişlerdi.

 

Onlara göre Allah'ın bir kambur adamıydı işte. Ondan, hoca olsa ne olurdu ki? Kendisine bile hayrı olmazdı onun. Allah'ın bir garibiydi. Serçe gibi gelip bir dala konmuştu işte. Köylüler, böyle düşünüyordu.

 

Güllüköy'de, hava iyiden iyiye kararmış, köylüler evlerine çekilmişlerdi. Gülten, akşam yemeği için sofrayı hazırlarken anası da odanın birisine misafir için yatak hazırlamaya gitti. Yüklükten tertemiz bir yün döşek, yorgan ve yastık indirdi.

 

Döşeğin yüzünde kocaman kocaman gül desenleri vardı. Döşeğin üstüne, sakız gibi beyaz bir çarşaf serdi. Yastığı da koyduktan sonra yorganı açtı döşeğin üstüne. Yorganın yüzü de gül desenleriyle kaplıydı.

 

Yorganın kenarlarını kıvırıp yatılacak hale getirdi yatağı. Bu köyde, kadınların giysileri de gül desenli olurdu. Havlu, çarşaf, yatak, yastık köyde ne varsa hepsi de güllü olurdu. Genç kızların kanaviçeleri, oyaları da hep gül modellerinden seçilirdi.

 

Çevre köylerden kızlar, bu işlemeleri gördüklerinde ağızlarının suyu akardı ama modelini kimselere vermezlerdi. Güllüköy'de kadın, erkek, çocuk güller gibi kokarlardı. Kendi yaptıkları esansları satmazlar, sadece kendileri kullanırlardı.

 

 Kadınları mavi gözlü, beyaz tenli, gül yanaklıydılar. Erkekleri de sarışın, hafif kızıl yüzlü ve çakır gözlere sahiptiler. Köyün gençleri, köyün girişindeki tabelaya büyük bir gül resmi bile çizmişlerdi. Gül, köylülerin yaşam biçiminin bir yansıması, köyün de sembolüydü… Himmet Hoca ile muhtar, akşam yemeğinden sonra yine namazlarını kılıp oturdular.

 

Hoca yorgundu ve iyice uykusu gelmişti. Başının bir öne bir arkaya gittiğini gören muhtar: "Hocam. Yoldan geldin, yorgunsun. İstersen sen git, istirahat et." dedi. Hoca, sallanırken birden toparlanıp: "Yatsı namazını da kılalım da ondan sonra yatarız." dedi. Gövdesi bu dünyada ama ruhu uyku alemindeydi. Bir-iki kere esnedikten sonra tekrar konuşmaya başladı. Gülten’le anasının da uykusu gelmişti ama gidip yatmamışlardı.

 

Gelenek böyleydi. Misafir yatmadan, kimse gidip de yatamazdı. Mecbur beklerlerdi misafiri. Muhtarın da ne çok geleni gideni olurdu? Bıkmadan, usanmadan, yılmadan herkesle ayrı ayrı ilgilenirdi muhtar Tahir. Köylerinde oda sahibi olanlar da vardı. Oda sahibi, köye gelen misafiri yedirir, içirir, yatırır, sabah olunca da uyurlardı. Yüzyıllardır böyle görmüş, böyle de yapmıştı Güllüköy'ün insanları. Muhtar Tahir, bir yandan hocayı dinlerken bir yandan da: "Çok fazla hak istemese de köye bu a

 

damı hoca tutsak!” diye düşünüyordu. Yatsı namazının vakti, çok geçmeden geldi. Yatsı namazlarını da kıldıktan sonra hoca: "Muhtar efendi. Bana müsaade. Sizi de bekletmeyelim." diyerek yatmak istediğini ifade etti.

 

Kendisine gösterilen odaya girerken: "Allah rahatlık versin ev halkına.” deyip kapısını kapattı. Odada yanan gaz lambasının fitilini iyice kıstı. Ellerini havaya kaldırıp dua okudu. Sonra ceketini, pantolonunu çıkarıp kar gibi beyaz yatağa girdi. Himmet Hoca kambur olduğu için yatağa düz değil de yan yatıp uzandı. Hep böyle yatar, böylece de kalkardı

 

. Başını yastığa koyduğunda: "Beni buraya hoca olarak tutacaklar mı acaba?” diye düşündü. Çok geçmeden de horlama sesi duyuldu. Yine düşünde esmer hurilerle uğraşıyordu. Huriler, el edip hocayı çağırıyorlardı her gece.

 

 Kısa bir rüya seansından sonra derin uykuya daldı. Muhtar da yatağına uzandığında: “Bu hoca, acaba bizim köye hoca olarak durur mu?" diye düşünerek uykuya daldı.

 

Tan yeri kızıllaşıp ağarmaya yüz tutunca Himmet Hoca usulca yatağından kalkıp giyindi. Ev hanesi hâlâ uyuyordu. Yılan gibi süzülüp caminin yolunu tuttu.

 

Tam şimdi sabah ezanının vaktiydi. Acele abdestini alıp caminin önündeki beyaz taşın üstüne çıktı. Elini kulağına atıp, boğazını da hafifçe temizledikten sonra başladı ezan okumaya: “Allahu ekber, Allaaahu ekber! Allaasaahu ekber, Allaaaaaahu ekber! Eşhedüenla ilaheillallaaaaaah!... Caminin duvarına çarpan ezan sedaları, evlerin duvarlarında yankılandı birden. Himmet Hoca, var gücüyle okuyordu ezanı. Sanki “Ey Allah'ın tembel kulları. Ne yatarsınız? Kalkın, camiye gelin!” diyordu. Camiye yakın evlerde oturanlar uyanmış, ezanın okunduğu yere doğru bakıyorlardı. Hoca, kendisine bakanları görünce iyice yükseltti sesini. Topu topu otuz hane olan köyde, küçük bir ses olsa hemen duyulurdu zaten.

 

Hocanın sesi, Karanlıkdere Vadisi'nde yankılanıp tekrar Güllüköy'e geliyormuş gibi dağılıyordu. Gecenin sessizliği hocanın sesiyle bozulmuştu.

 

Okudukça sesine daha fazla bir eko veriyordu. Hafız Burhan gibi okuyor, dağı taşı yıkıyordu. Ezanı okuyup bitirdikten sonra usulca taşın üstünden indi. Büyük bir zafer kazanmış komutan edasıyla yürüdü ve camiye girdi.

 

 Köylüler de birer ikişer gelmişlerdi camiye. Hoca, bir-iki saf tutacak kadar cemaat oluştuğunu görünce sevindi. Hemen namaza başladı. Sonradan gelenler de saf tutup namazlarını kıldılar. Hoca, cemaate namaz kıldırdıktan sonra dışarı çıktı.

 

 Köylüler, hemen hocanın etrafına toplandılar. Kimi soru soruyor, kimi iltifat ediyordu. Hoca, ağırdan alarak soruları cevapladı, iltifatlara teşekkür etti. Ne kadar da güzel, manalı okumuştu ezanı. Köylüleri mest etmişti sesiyle ve ciddiyetiyle.

 

Kalabalığın içindeki muhtarı görmemişti hoca. Muhtar, birden hocanın koluna girip evine doğru götürmeye başladı. Köylüler de hocayı davet etmek istiyorlardı ama geleneklerine göre başkasının misafiri götürülmezdi.

 

Böyle birşey yapmak hakaret sayılırdı. Muhtar, hocanın koluna girmiş yürürken bir yandan da: "Hocam. Ağzına sağlık. Ezanı çok güzel okudun. Herkes çok beğendi. Sayenizde cemaat sabah namazına geldi.” diyerek iltifat ediyordu.

 

 Eve geldiklerinde kahvaltı sofrası hazırlanmıştı bile. Yerdeki tahta sofrada neler yoktu ki? Taze yumurta, taze çökelek, taze tereyağı, süzme yoğurt, gül reçeli, sıcak süt, yağlı bazlama, ne varsa koymuşlardı sofraya. Oturup yemeye başladılar.

 

 Muhtar: "Hocam. Köylü seni hoca tutmak istiyor." dedi. Hoca da kendisini ağırdan satmak ister gibi: “Muhtar. Benim ne yatacak bir yerim, ne de kabım kacağım var.

 

Yatağım, yorganım, birşeyim yok. Ben ne ederim?” dedi. Muhtar: "Oooo hocam! Dert ettiğin şeye bak! Biz ne güne duruyoruz burda? Elbette birşeyler yaparız. Sen merak etme.” dedi hevesle. Hoca da mutluydu, muhtar da.

 

 

Kahvaltıdan sonra muhtarla hoca evden çıkıp camiye doğru yürüdüler. Caminin yanındaki boş bir evi gösterecekti hocaya. Eve geldiklerinde muhtar, cebinden anahtarı çıkarıp kapıyı açtı ve: "Bak bakalım hocam, beğenecek misin?" diyerek içeri girdi.

 

Arkasından besmele çekerek hoca da girdi. İki odalı, kerpiç bir evdi burası. Hoca, beğenmişti ama belli etmedi. Sağına soluna şöyle bir daha baktıktan sonra: "Eh, ne yapalım muhtar. İdare ederiz." dedi. Muhtar: "Sen merak etme hocam. Köyümüz misafirperverdir. Köylü sana yatak, yorgan verir. Her gün bir evden yemek de gönderirler.

 Perişan olmazsın. Hakkını da toplar veririz. Memnun kalırsın. Sen hiçbir şeyi dert etme, rahatına bak hocam." dedi. Ev işi de tamam olunca kapıyı çekip dışarı çıktılar. Muhtar: "Hocam. Sen burda biraz bekle, ben köylüye haber vereyim de birkaç parça eşya getirsinler." deyip köye doğru yöneldi. Muhtar gidince hoca da etrafı seyre daldı. Delice Irmağı'nın yakınlarından geçen trenin sesini duydu birden.

 

Durup trenin geçişini seyretti. Bir marşandizdi bu. Çıkardığı dumanlardan, çevredeki kavak ağaçları görünmez olmuştu. Her yer beyaz dumana kesti. Trenin kendisi de görünmez oldu bir an. Tünele girerken yılan gibi kıvrıldı kıvrıldı, kasisten geçerken birden bire ortaya çıktı kara tren. Sonra vagonları sıralanmaya başladı.

 

 Bir, iki, üç… Tünelin çıkış yeri de göründü oradan. Hoca, dikkatle bakıyordu trenin geçişine. Tren, uflayarak puflayarak çıktı, tünelin öbür ucundan. Sırayla vagolar da girdi tünele ve çıktılar birer birer. Tünelin içinde biriken dumanlar da etrafa yayıldı.Tren, küf küf ederek yoluna devam ederken ara sıra düdük çalıp geldiğini haber veriyordu, köylülere. Himmet Hoca, trenin geçişiyle hayallere dalıp birden taa Afyon'a gitmişti. Nice trenlere binip gurbet gezmişti hoca.

 

 Heybesi omuzunda anasız, babasız, yarsiz… Kızların sesiyle birden kendine geldi. Kadınlar, kızlar yatağı yorganı sırtlayıp getirmişlerdi hocaya. Ellerinde kaplar kacaklar, demlikler, kilimler, berdi yastıkları da vardı.

 

 Kızlardan kimi odaları temizlerken kimileri de kaplarla su getirip evin önünü sulayıp, süpürdüler. Erkeklerin getirdikleri tahta sediri de içeri koyunca kızlar ve kadınlar, hocanın evini bir saatte oturulur hale getirdiler. Anahtarını da eline verip gittiler. Hoca şaşırmıştı. Ne kadar hamarattı bu kadınlar, kızlar. Hocanın küçücük bir evi olmuştu şimdi.

 

 

Hoca, öğleyi, ikindiyi, akşamı da cemaatle kıldı camide. Akşama evlerden çeşit çeşit yemekler geldi. Bir iş ve yer bulmanın sevinci ile bütün gece huzur içinde uyudu. Rüyasında, huriler kendisine kırmızı güller veriyorlardı.

 

 Onlarca huri, kendisine gül vermek için yarış ediyor, onu alıyor, onu alıyor, diğerlerine yetişemiyordu hoca. Hepsini de almak istiyordu. Bütün huriler esmer güzeliydi. Beyaz dişleri ve ıslak dudaklarıyla hocaya gülümsüyorlardı.. Öyle tatlı rüyalar görüyordu ki neredeyse sabah namazına kalkamayacaktı. Gözleri hafifçe aralandığında, köyde olduğunu anımsadı. Acele kalkıp giyindi, abdestini de alıp camiye gitti.

 

Taşın üstüne çıkıp döne döne ezanını okudu. Kadınlar, kızlar hatta çocuklar bile hocanın sesine vurulmuştu. Ciğerlerine işliyordu hocanın yanık sesi. Hoca da daha çok özen göstererek okuyordu artık ezanları. Köyde ne kadar adam varsa caminin içine doluştular. Sanki hoca, arı kovanında bal dağıtan kraliçe arıydı.

 

Kadınlar, tandırları yakıp bazlamaları pişirmeye başlamışlardı bile. Hoca, namazı kıldırıp evine geldiğinde sofrası anında hazırlandı. Kaç evden taze tereyağıyla yağlanmış ekşili bazlama ve içli sac böreği geldi, bilemedi hoca. Sıcacık sütler sitillere doldurulmuş, getirilmişti bile. Güllüköy'ün ünlü reçelleri sofrasını süslemişti bir anda.

 

 Hoca, gelenlere bakıp: “Böyle giderse iyi bakacaklar bana” diye düşünüp gülümsedi, kendi kendine. Güllüköy'ün insanları, gerçekten iyilik ve yardımseverlerdi. Göstermelik bir hizmette, yardımda bulunmazlar, doğal olarak bunu yaparlardı. Herkese karşı samimiydiler.

 

 Hiç kimsede art niyet aramazlardı. Köylerine birisi gelmeye görsün. Hemen neleri var, neleri yoksa önüne koyar, yedirir, içirir, hizmet ederlerdi. En iyi döşekleri, ipek yorganları, kuştüyü yastıkları sererlerdi misafire. Bakır leğenleri önlerine koyup ibrikle su tutarlar, ayakta bekleyip peşkirine kadar verirlerdi. Köyün çıkışına kadar da getirir, uğurlarlardı misafiri.

 

 

Hoca, köye ağır ağır ısınmaya, köylüleri de tanıdıkça sevmeye başlamıştı. Köylüler de hocayı çok sevmişler, sık sık gelip gitmeye başlamışlardı. Kadınlar, kızlar bile hiç çekinmeden yiyecek, içecek getirip götürüyorlardı.

 

Hoca, kimseye yan gözle, kem gözle bakmıyordu. Hepsi anası, bacısıydı. Hocayı evlerine davet edip ağırladıkları da olurdu. Kimi zaman göndermez, evlerinde yatırırlardı.

 

 Hocanın sohbetine doyum olmuyordu. Sanki ağzından bal akıyor, büyük küçük dinliyor, doyamıyorlardı. Kimi zaman masallar, öyküler anlatıyor, kimi zaman da bilmeceler, tekerlemeler söylüyordu. Ne de çok şey biliyordu hoca? Nereden öğrenmişti acaba bu kadar şeyi?

 

Köyde, namaz vakitlerini kesinlikle kaçırmıyor, zamanından önce camiye gidiyor, kapısını açıp ezanını okuyordu. Hoca, ara sıra Yerköy'e de gidip geliyordu

 

. Ufak tefek alışverişlerini de ilçeye gidenlere sipariş ediyor, getirtiyordu. Vilayete henüz hiç gitmemişti. Bir gün Yozgat'a gitmek için Muhtar Tahir'den izin aldı. Güllüköy'den, at arabasına binip Yerköy'e gitti. Yerköy'den de minibüse binip Yozgat'a gitti. Yozgat'a geldiğinde önce biraz dolaştı. Sonra bir dükkana girip kendisine çamaşır aldı.

 

Oradan çıkıp dini kitapların satıldığı bir dükkana girdi. Birkaç tane kitap satın aldı. Öğle vakti yaklaşıyordu. Büyük Cami'nin bulunduğu caddedeki bir lokantaya girip Yozgat tandır kebabı yedi, ayran içti. Yemekten sonra canı çay istedi. Bir kahvehane ararken gözü saat kulesine takıldı. Saat tam onikiyi vuruyordu.

 

 Kat kat yapılmış saat kulesi ne kadar da güzeldi. Tam tepesinde kocaman bir çan duruyordu. Her yeri tarihi binalarla doluydu Yozgat'ın… Bir kahvehaneye girip çay söyledi hoca. Çayını içerken, aldığı kitaplara da bir göz attı. Çayını bitirdikten sonra kitaplarını heybesine koyup bir çay daha söyledi. Kahveci, ikinci bardağı getirdiğinde: “Yabancısın heral. Nerelisin hemşerim?" diye sordu.

 

Hoca bir an durakladıktan sonra: “Karslıyım. Yerköy'e saman almaya geldik. Bir işimiz vardı, buraya da uğradık. Kısmet.” diye cevap verdi. Yalan söylemek zorunda kalmıştı. Kahveci gittikten sonra, "Bu kahveciler de ne kadar lüzumsuz, geveze oluyorlar böyle. Sana ne kardeşim, nereliysem, kimsem?

 

Senden mi sorulur? Tövbe tövbeee. Allah kusur yazmasın. Yalan söyletti adam bize." diye söylendi içinden. Hocanın sakalı olmadığı için din adamına benzer bir yanı yoktu. Ama o, yine de tedirgindi ve tedbir almak zorundaydı. Çay parasını verip çıkmak istedi. Kahveci: "Sen misafirimizsin" deyip almadı parayı. Hoca: “Allah razı olsun. Bereketini arttırsın." diyerek heybesini alıp çıktı.

 

İçinden: “Misafirden para alınmazmış! O soruyu da sormasan olmaz mıydı?” diye hayıflanarak vilayet binasına doğru yürüdü. Tam yokuşa geldiğinde, saat kulesinin karşısındaki tekel büfesini gördü. Durdu ve etrafa şöyle bir baktı. Cadde üzerinde birkaç kez gidip gelerek tanıdık biri var mı diye kontrol etti. Kimseler yoktu.

 

 Hem ne vardı korkacak? Daha geleli ne olmuştu ki? Onu kimse tanımazdı. Hem ilk defa vilayete gelmişti. Cüzdanından çıkardığı parayı avucunun içinde sıkarak büfenin önüne geldi. Eğilip parayı büfeciye uzattı ve üç şişe votka istedi. Büfeci, votka isteyeni görmek ister gibi eğilip, büfenin deliğinden bakmaya çalışırken hoca, hemen yan dönüp bir yere bakıyormuş gibi yaptı.

Yozgatlılar votkayı çok içerdi. Tutucu bir yer olduğu için içki içtikleri belli olmasın diye votkayı tercih ederlerdi. Büfeci, şişeleri gazete kağıdına sarıp birer birer uzattı hocaya.

 

Himmet hoca, şişeleri aceleyle alıp heybesine indirdi ve hızla uzaklaştı oradan. Yollara dilim dilim parke taşları döşenmişti Yozgat’ta. At arabaları, tıkır tıkır sesler çıkararak askerlik şubesine doğru gidiyordu. Himmet Hoca yürümüyor, adeta koşuyordu. Nasıl gittiğinin hiç farkında değildi. Ta ki birisine çarpıp da adam: "Ağır git hemşerim. Ardından atlı mı kovalıyor? Burası Yozgat, birşey olmaz." deyince hızını biraz kesti.

 

 

Büyük Cami’nin yanındaki aradan inip Yerköy minibüslerinin kalktığı durağa geldi. Durağa geldiğinde soluk soluğa kalmış, terlemişti. Mendilini çıkarıp yüzünü ve ensesini sildi. En çok da ensesi terlerdi. Sonra minibüsün içine girip oturdu.

 

Minibüs hemen hemen doluydu. Fazla beklemeden kalktı. Ohh! Rahatlamıştı. İnşallah birisi görmemiştir kendisini. Gören olduysa rezil kepaze olurdu köye.

 

 Heybesi kucağındaydı. Elini heybesine sokup parmaklarının ucuyla şişeleri kontrol etti. Sağlam duruyorlardı. Kırılır mırılır diye çok korkuyordu. Allah göstermesin. Bir kırılırsa ne yapardı o zaman? Heybesini sıkı sıkı tuttu kucağında. O değilden şöyle bir dönüp arka koltuklara baktı. Tanıdık kimse yoktu minibüste. Ama yine de içi rahat değildi.

 

Kurtlar kemir kemir kemiriyordu içini: “Ya, uzaktan birisi gördüyse?... Ulan o, büfeci de ne adammış? Eğilip baktı Yav! Yan döndüm amma ya, tam olarak gördüyse? Görsün! Kim olduğumu bilmiyor ki. Ya birilerine sorar da öğrenirse? Bir dahaki sefere oraya gitmem. Başka yerden alırım… Bir saatlik korku ve endişe dolu yolculuktan sonra Yerköy'e geldi hoca. Hiç oyalanmadan doğruca köyün yolunu tuttu.

 

Köye geldiğinde ikindi vakti geçmiş, akşamın belirtileri gökyüzüne vurmaya başlamıştı. Çeşmenin başında su sırası bekleyen kadınları gördü. Selamlayıp: "Hepinize kolay gelsin." diyerek hızla geçti çeşmenin önünden. Heybesi elindeydi ve sıkı sıkı tutuyordu.

 

 Burnuna yemek kokusu geldi hocanın. Kadınlar, evlerinin önündeki yer ocaklarını yakmış, akşam yemeklerini pişiriyorlardı. Herkesi başıyla selamlayıp geçti. Öte tarafta erkekler, köy odasının önüne çöreklenmiş, hararetle birşeyler konuşuyorlardı. Uzaktan onları da eliyle selamlayıp geçti. Caminin yanındaki gariphaneye geldiğinde derin bir soluk aldı.

 

 Hemen cebindeki açkıyı çıkarıp kapıyı açtı ve hızla içeri daldı, kapıyı kapattı. Heybesini dikkatlice yatağın altına koydu ve dışarı çıktı. Çok şükür, bir kaza bela olmamıştı.

 

Evin önündeki ibriği alıp tuvalete gitti. Tahretlendi, dışarı çıktı. Elini sabunladıktan sonra abdestini tazeledi ve akşam namazını beklemek üzere caminin önüne oturdu.

 

Camiye gelen köylülerle sohbete koyuldular. Konuşuyordu ama yüreği de küt küt atıyordu hocanın. Çok heyecanlanmıştı bugün. Ağzı dili kurudu birden. Eve gidip bir kaç bardak su içip geldi. Namaz vakti yaklaşıyor, köylüler de tekmil akın ediyorlardı camiye. Biraz daha bekleyip ezanı okuyacaktı.

 

Herkes namazını kılıp evlerine dağıldığında, Karanlıkdere Vadisi de adı gibi karanlık olup korkunçluğa bürünmüştü. Bu vadi kimleri saklamazdı ki? Eşkıyaları mı? Kurdu kuşu mu? Börtü böceği mi? Tüm canlıları. Hem de birbirinden korkan tüm canlıları barındırırdı bu vadi.

 

Vahşi hayvanların çığlıkları, ulumaları, feryatları duyulur, içlerini ürpertirdi insanların.

 

 En korkunç ses de insanların sesiydi. Vahşi hayvanlar da insanlardan korkardı… Himmet Hoca, şişenin birini çıkarıp açtı. Bir bardağa biraz doldurduktan sonra şişeyi tekrar yatağın altına koydu. Gaz lambasını söndürüp yatağının üstüne yanlamasına oturdu. Yıllardan beri alkol alırdı ama şimdiye kadar içtiğini kimse görmemişti.

 

Votkayı ilk içtiğinde, bilmeden içmişti. İnşaatta amele olarak çalışırken arkadaşları, gazozun içine koyup içirmişlerdi kendisine.

 

 İçtikten sonra öyle güzel sohbet eder olmuştu ki arkadaşları her akşam içiriyorlardı Himmet Hocaya. Votkanın iyice müptelası olmuş, o günden bu güne de içiyordu. Himmet Hoca, iş bulamadığı için hocalık yapmaya başladığında da içmeye devam etmişti.

 

Çok istemişti bırakmayı ama olmamıştı. Kaç kere tövbe edip bıraktıysa, bir o kadar da geri başlamıştı. Allah'ın ve peygamberin haram kıldığı bir şeyi içmekten çok rahatsızlık duyuyordu ama bir türlü de bırakamıyordu.

 

 Bir çelişkiydi Himmet Hocanın yaşamı. Otuz yaşına gelmiş olmasına rağmen evlenmemişti. Cennetteki hurileri hayal eder dururdu gece gündüz. Cennetteki kevser şarabı yerine, bu dünyada kulun yaptığı votkayı içiyordu.

 

 Hem de cenneti beklemeden. Cennetteki hurileri düşününce aklı başından gidiyordu. Esmerlere bayılırdı Himmet Hoca.

 

Votkayı içip de kafayı bulunca başlardı ilahiler, şarkılar söylemeye. Safiye Ayla'ya bayılırdı. O da esmerdi. Hem sesine hem kendisine vurgundu. Safiye Ayla'nın, “Bekledim de gelmedin!” şarkısı dilinden düşmezdi hiç… “Kambur Himmet” diye az mı alay etmişlerdi kendisiyle? Ne yapsındı?

 

Kamburluğu Allah'tan değil miydi? Adı kambura çıkmıştı. Gençliğinde köşe bucak kaçardı ama sonraları alıştı. Umursamadı söylenenleri. Okumuş, yazmış, kendisinden sözettirmeye de başlamıştı. Artık insanlar, sırtının kamburundan ziyade bilgisi ile ilgilenir olmuşlardı. Vaazlarında büyüleyici sesi ve kıvrak zekası ön plana çıktığından, kamburu da unutulup gitmişti.

 

 

Mavi gözleriyle herkese güler gibi bakar, sempati toplardı. Bir masumluk, mazlumluk ifadesi vardı hocanın yüzünde. Cebinde, heybesinde sürekli şeker bulundurup çocukların, kendisiyle “kambur” diye alay etmelerini önlüyordu. Kadınlara büyük sevgi ve alaka duyuyordu ama bunu kolay kolay kimseye bildirmezdi .Onun aradığı, esmer bir huriden başkası değildi.

 

 

Güllüköy'e geldiğinden beri Himmet Hoca, sade bir hayat sürdürüyordu. Yıllarca, votka almak için Yozgat'a gidip geldi ama hiç kimseye rastlamadı. Votkayı, her seferinde değişik büfelerden aldı. Köylülerin getirdikleri gülsuları ile votkasını içip keyfine bakıyordu.

 

Her akşam lambasını söndürüp votkasını yudumlarken kapısını çalanlara kapıyı açmıyor, evde yokmuş gibi davranıyordu. Gelenlerden kimi: "Hoca ne er yatmış, uyumuş?” der ve çekip giderdi. Hoca, Yozgat'tan aldığı pikaba Hafız Burhan’ın plaklarını koyar, saatlerce dinlerdi.

 

 Pikap için sık sık Yerköy'e gider, pil alırdı. Kendisine onlarca plak almıştı. Safiye Ayla’nın tüm plakları vardı hocada… Kış aylarında, köylüler arapaşı yapıp hocayı davet ederlerdi.

 

Hoca, ilk günlerde alışamadığı bu yemeğin, kısa sürede tiryakisi olmuştu. Hamurdan yapılan ve nefis çorbası olan arapaşını, kış boyunca hemen hemen hergün yedi. Köylüler tavşan, keklik vurup getiriyor, arapaşının çorbası da bunların etiyle yapılıyordu… Caminin içine kocaman bir meşe sobası kurulmuştu.

Kış geldiğinden bu yana herkes, evinden meşe odunları getirip yakıyordu. Hocanın evinin önüne de yığmışlardı meşe odunlarından. Hoca, çok rahattı kış gecelerinde… Himmet Hocanın namı almış yürümüş, çevre köylerden de kendisini dinlemeye gelenler oluyordu. Cuma günleri, cami dolup taşıyordu.

 

 Himmet Hoca öyle bir vaaz veriyordu ki insanlar, uyuşturucu almış gibi kendilerinden geçip kuzu gibi dinliyorlardı. Köylüler: "Komşu köylüler camiyi dolduruyorlar. Bu gidişle biz dışarda kalacağız.” diye sitem ediyorlardı artık… Himmet Hoca, köye geldiğinde sakalsızdı.

 

Köylülerin: “Hocam. Sakalsız hoca mı olurmuş? diye dedikodu ediyorlar. Ne olur biraz sakal bırak da biz de şunların dilinden kurtulalım.” demeleri üzerine sakal da bırakmıştı. Şimdi bayağı gür sakalı vardı. Köylüler, sürekli yemeğini verip, çamaşırını yıkayıp, evini temizliyorlardı. Hocalık hakkı da buğday, arpa, un, yağ olarak toplanıp kendisine veriliyordu.

 

Epey de para biriktirmişti hoca. Çünkü votkadan başka hiçbir masrafı yoktu. Köylülerden bir tanesi, hocadan şüphelenmiş ama sadece rakının kokusunu bildiği için votka içebileceğine ihtimal vermemişti.

 

Himmet Hoca, Güllü köy'ün havasına, suyuna, toprağına, insanına iyice alışmıştı. Üstelik bir eli yağda, bir eli baldaydı.

 

Buralardan gitmeyi aklından bile geçirmiyordu. Köye bir yıllığına hoca olarak durmuştu ama yıllar geçtiği halde hâlâ buradaydı.

 

Köyün büyükleri: "Hocam. Sen artık buralı oldun. Seni evlendirelim. Döl sal, kök sal." dedilerse de hoca evlenmedi.

Her gece votkasını içerken, “Bekledim de gelmedin" şarkısını dinleyerek, esmer hurileriyle yıllarını tüketti. Ömrünün sonuna kadar da burada yaşadı.




Bu haber 143 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KİTAP Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
PUAN DURUMU
Takım O G M B A Y P AV
1 Beşiktaş 37 25 6 6 85 38 81 +47
2 Fenerbahçe 37 23 7 7 67 37 76 +30
3 Galatasaray 37 23 8 6 70 33 75 +37
4 Trabzonspor 37 17 7 13 45 34 64 +11
5 Sivasspor 37 14 7 16 50 41 58 +9
6 Alanyaspor 38 16 13 9 55 42 57 +13
7 Hatayspor 37 16 12 9 60 51 57 +9
8 Gaziantep FK 37 14 11 12 54 46 54 +8
9 Göztepe 37 13 12 12 55 51 51 +4
10 Fatih Karagümrük 37 13 12 12 52 49 51 +3
11 Konyaspor 37 11 14 12 47 47 45 0
12 Çaykur Rizespor 37 11 14 12 48 59 45 -11
13 Antalyaspor 38 9 13 16 40 53 43 -13
14 Başakşehir FK 37 11 16 10 41 55 43 -14
15 Yeni Malatyaspor 37 9 14 14 43 49 41 -6
16 Kasımpaşa 37 10 17 10 42 54 40 -12
17 Kayserispor 37 9 16 12 34 50 39 -16
18 MKE Ankaragücü 37 10 19 8 44 59 38 -15
19 BB Erzurumspor 38 9 19 10 41 65 37 -24
20 Gençlerbirliği 37 9 20 8 37 66 35 -29
21 Denizlispor 37 6 21 10 36 67 28 -31
Takım O G M B A Y P AV
1 Adana Demirspor 33 20 6 7 60 26 67 +34
2 Giresunspor 33 20 6 7 52 24 67 +28
3 Samsunspor 33 19 4 10 56 30 67 +26
4 İstanbulspor 33 18 8 7 60 34 61 +26
5 Altay 33 19 11 3 62 36 60 +26
6 Altınordu 33 16 8 9 53 45 57 +8
7 Ankara Keçiörengücü 33 16 10 7 46 28 55 +18
8 Ümraniyespor 33 14 11 8 45 42 50 +3
9 Tuzlaspor 33 14 14 5 45 51 47 -6
10 Bursaspor 33 14 15 4 56 54 46 +2
11 Bandırmaspor 33 12 15 6 45 47 42 -2
12 Boluspor 33 11 16 6 35 41 39 -6
13 Balıkesirspor 33 9 16 8 35 48 35 -13
14 Adanaspor 33 9 17 7 44 53 34 -9
15 Menemenspor 33 7 13 13 37 58 34 -21
16 Akhisarspor 33 8 20 5 35 58 29 -23
17 Ankaraspor 33 6 19 8 33 59 26 -26
18 Eskişehirspor 33 1 24 8 23 88 8 -65
Takım O G M B A Y P AV
1 Eyüpspor 37 27 2 8 81 25 89 +56
2 Sakaryaspor 37 20 5 12 70 35 72 +35
3 Kırşehir Belediyespor 37 21 8 8 55 30 71 +25
4 Van Spor 37 21 10 6 59 34 69 +25
5 Kırklarelispor 37 18 6 13 59 32 67 +27
6 Bodrumspor 37 18 11 8 80 48 62 +32
7 Etimesgut Belediyespor 37 18 12 7 62 34 61 +28
8 Karacabey Belediyespor 37 14 12 11 50 40 53 +10
9 Turgutluspor 37 16 16 5 44 56 53 -12
10 Pendikspor 37 15 16 6 64 51 51 +13
11 Serik Belediyespor 37 12 11 14 48 48 50 0
12 Pazarspor 37 15 17 5 60 62 50 -2
13 Tarsus İdman Yurdu 37 13 14 10 56 54 49 +2
14 Bayburt Özel İdare Spor 37 14 18 5 50 59 47 -9
15 Sivas Belediyespor 37 10 14 13 56 53 43 +3
16 1922 Konyaspor 37 10 18 9 45 49 39 -4
17 Kastamonuspor 37 8 17 12 31 54 36 -23
18 Elazığspor 37 10 21 6 56 83 33 -27
19 Mamak FK 37 6 25 6 32 118 24 -86
20 Kardemir Karabükspor 37 1 34 2 14 107 2 -93
Takım O G M B A Y P AV
1 Diyarbekirspor 30 20 2 8 43 18 68 +25
2 1928 Bucaspor 30 20 3 7 58 18 67 +40
3 Yeşilyurt Belediyespor 30 17 8 5 50 27 56 +23
4 Ofspor 30 14 5 11 43 31 53 +12
5 Arnavutköy Belediye 30 13 8 9 40 29 48 +11
6 Edirnespor 30 12 9 9 34 31 45 +3
7 Belediye Derincespor 29 10 9 10 38 29 40 +9
8 Artvin Hopaspor 30 10 11 9 41 44 39 -3
9 Fatsa Belediyespor 30 10 12 8 22 31 38 -9
10 Kızılcabölükspor 30 9 11 10 34 33 37 +1
11 Nevşehir Belediyespor 30 9 14 7 31 31 34 0
12 Çankaya FK 30 10 16 4 28 48 34 -20
13 1877 Alemdağspor 30 9 15 6 37 48 33 -11
14 Antalya Kemerspor 30 7 17 6 27 50 27 -23
15 Payasspor 29 5 16 8 29 53 23 -24
16 Manisaspor 30 1 20 9 22 56 12 -34
Tarih Ev Sahibi Sonuç Konuk Takım
 08/05/2021 BB Erzurumspor vs Kasımpaşa
 08/05/2021 Çaykur Rizespor vs Yeni Malatyaspor
 08/05/2021 Fatih Karagümrük vs Gençlerbirliği
 08/05/2021 Galatasaray vs Beşiktaş
 08/05/2021 Göztepe vs Konyaspor
 08/05/2021 Hatayspor vs Denizlispor
 08/05/2021 Kayserispor vs Gaziantep FK
 08/05/2021 MKE Ankaragücü vs Fenerbahçe
 08/05/2021 Sivasspor vs Başakşehir FK
 08/05/2021 Trabzonspor vs Antalyaspor
 08/05/2021 Trabzonspor - Antalyaspor Trabzonspor ligdeki son 9 maçında hiç kaybetmedi  Trabzonspor yenilmez
 11/05/2021 Yeni Malatyaspor - Hatayspor Yeni Malatyaspor ligde evindeki son 5 maçında hiç kaybetmedi  Yeni Malatyaspor yenilmez
 11/05/2021 Başakşehir FK - Kayserispor Kayserispor ligde deplasmandaki son 5 maçında hiç kazanamadı  Başakşehir FK yenilmez
 11/05/2021 Konyaspor - Trabzonspor Konyaspor ligde evindeki son 5 maçında hiç kaybetmedi  Konyaspor yenilmez
 11/05/2021 Kasımpaşa - MKE Ankaragücü MKE Ankaragücü ligdeki son 5 maçında hiç kazanamadı  Kasımpaşa yenilmez
 11/05/2021 Yeni Malatyaspor - Hatayspor Hatayspor ligde deplasmandaki son 6 maçında hiç kazanamadı  Yeni Malatyaspor yenilmez
 11/05/2021 Denizlispor - Galatasaray Galatasaray ligdeki son 6 maçında hiç kaybetmedi  Galatasaray yenilmez
 11/05/2021 Beşiktaş - Fatih Karagümrük Fatih Karagümrük ligde deplasmandaki son 7 maçında hiç kazanamadı  Beşiktaş yenilmez
 11/05/2021 Beşiktaş - Fatih Karagümrük Beşiktaş ligde evindeki son 8 maçında hiç kaybetmedi  Beşiktaş yenilmez
 11/05/2021 Fenerbahçe - Sivasspor Fenerbahçe ligdeki son 8 maçında hiç kaybetmedi  Fenerbahçe yenilmez
 11/05/2021 Denizlispor - Galatasaray Denizlispor ligdeki son 10 maçında hiç kazanamadı  Galatasaray yenilmez
 11/05/2021 Konyaspor - Trabzonspor Trabzonspor ligde deplasmandaki son 16 maçında hiç kaybetmedi  Trabzonspor yenilmez
 11/05/2021 Fenerbahçe - Sivasspor Sivasspor ligdeki son 16 maçında hiç kaybetmedi  Sivasspor yenilmez
Tarih Ev Sahibi Sonuç Konuk Takım
 07/05/2021 Boluspor vs Eskişehirspor
 07/05/2021 Akhisarspor vs Ümraniyespor
 09/05/2021 Altay vs Bandırmaspor
 09/05/2021 Ankaraspor vs İstanbulspor
 09/05/2021 Balıkesirspor vs Altınordu
 09/05/2021 Bursaspor vs Ankara Keçiörengücü
 09/05/2021 Adanaspor vs Samsunspor
 09/05/2021 Menemenspor vs Adana Demirspor
 09/05/2021 Tuzlaspor vs Giresunspor
Tarih Ev Sahibi Sonuç Konuk Takım
 08/05/2021 Bayburt Özel İdare Spor vs Pendikspor
 08/05/2021 Etimesgut Belediyespor vs Karacabey Belediyespor
 08/05/2021 Elazığspor vs Sivas Belediyespor
 08/05/2021 Eyüpspor vs Van Spor
 08/05/2021 Kardemir Karabükspor vs Kırşehir Belediyespor
 08/05/2021 Kastamonuspor vs Sakaryaspor
 08/05/2021 Serik Belediyespor vs Mamak FK
 08/05/2021 Tarsus İdman Yurdu vs Kırklarelispor
 08/05/2021 Turgutluspor vs Bodrumspor
 08/05/2021 1922 Konyaspor vs Pazarspor
Tarih Ev Sahibi Sonuç Konuk Takım
 01/05/2021 1877 Alemdağspor 0 - 0 Edirnespor
 01/05/2021 Arnavutköy Belediye 0 - 0 Diyarbekirspor
 01/05/2021 Manisaspor 1 - 2 Ofspor
 01/05/2021 Artvin Hopaspor 1 - 0 Fatsa Belediyespor
 01/05/2021 Kızılcabölükspor 0 - 1 Yeşilyurt Belediyespor
 01/05/2021 Nevşehir Belediyespor 1 - 2 Çankaya FK
 01/05/2021 1928 Bucaspor 3 - 0 Antalya Kemerspor
 25/04/2021 Ofspor 0 - 0 Arnavutköy Belediye
resmi ilanlar

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
GÜNLÜK BURÇ
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI